top of page
  • Yazarın fotoğrafıShiv

3-2-1, Fırlat!

Güncelleme tarihi: 8 Şub 2022

Bilmiyorum kaçınız hatırlar ama benim ilkokul zamanıma geliyordu Tolga abi ve Hugo. O zamanlar birlikte olan ilkokul ve ortaokuldaki yoğunluğu azaltmak adına sabahçı/öğlenci diye iki zaman dilimine ayrılmıştı eğitim. Her neyse öğlenci olduğum zamanlar her sabah kaçırmadan izliyordum. 'Grinding' o zamandan var kanımda. Yaşamayı daha çok seviyordum ki, her sabah arayıp oyuna dahil olmaya çalışıyordum. Adım adım ilerlemeyi orada öğrendim belki de. İlk başta ad/soyad, utanıp telefonu kapatıp, sakinleşip tekrar arayıp bu sefer 2. adımda yani yaşadığın şehirde telefonu kapatmıştım. En sonunda katılmayı başardım, ev telefonundan tabii. Bireysel oyunu kazanmıştım ama haftalık sıralamada 2. kalmıştım. Galiba hırs yaptım ki o televizyonun fişini 2'ye ayırıp sonra bizimkilerden korkup tekrar birleştirip tamir etmeye çalıştım. Tamir etmesine ettim ama birkaç kez şebeke gerilimini yedim. Hatta bu çarpılma anlarının birinde ayağımın kontrolünü kaybedip sütü yere dökmüştüm. İnanılmaz gelebilir belki ama süt hala bana elektrik çarpılmasını hatırlatır, özellikle kokusu.


Ancak gerilimi yiyen ben rahat durmuyordum artık. Bu mu lan bizi öldürecek elektrik, bizi o kadar korkuttunuz falan diye evde tek başına prizlere gider yapıyordum. 8 yaşındaysanız ve evde yalnızsanız eğlenmek için bir şeyler bulmanız gerekiyor maalesef.


O andan sonra içinde elektrik olan her şeyi sökmeye başladım. Kumandalar, süpürge, çırpıcı, radyo... (Bilgisayarın gücünü patlattım ama shh babam hala bilmiyor onu) Daha az kullanılan şeyleri tercih ediyordum ki bozulursa benim yaptığım anlaşılana kadar iş işten geçmiş olsun. Bazen dilimle pilleri bile kontrol ediyordum. Elektriğin hissettirdiği maddi/manevi gerilim, beni heyecanlandırıyordu anlamışsınızdır ki. Hala öyle ama beni heyecanlandıran gerilim sadece elektriğe ait değil artık.


Gerilim denen şey aslında ağzımda o kadar eriyip gitmiş ki hakkında düşündükçe neden ilgimi çektiğini anlayabiliyorum. 2 nokta arasındaki biriken ya da potansiyel farkından oluşan, "salın beni lan" diye bağıran yüklere gerilim denir. Aklınıza iki ucundan çekilen bir ip ya da iki nokta arasındaki elektriksel potansiyel fark gelirse biraz daha anlaşılır olacaktır. Ve bu fark ya da birikim hiç de uslu değil. Onun canını yakarsanız o da size bir zarar verebilir. Ya da onu manipüle etmeyi başarıp mancınıkla kaleler yıkıp, elektrikle de karalığı aydınlatırsınız.


Gerilim bir nevi canlılığı hissettiriyordu bana. Bunu 8 yaşımda da anlamıştım, 18'de de ve şu an bitmek üzere olan 28'de de.

Bu durumu biraz da içselleştirmeye başladım. Sadece maddi gerilim yeterli değildi artık bana. Yeni gerginlikler arıyordum kendime ve tahmin ederseniz bu yönelim beni zihinsel gerginliklere yönlendirdi. Bir amacınızın gerçekleşmediği zamanı ya da sonuçlanmadan hemen önceki anlarınızı hatırlayın. Her kas demetinizi ya da zihninizde akan her düşünceyi bir hatırlayın isterim. Ne kadar gergin, ne kadar katı ve sivri, sanki soğukta kalmış gibiler, öyle değil mi? Artık ilgimin döndüğü taraf zihinsel gerginlikti. İster elektrik olsun, ister düşünceler olsun, gerilim beni canlı tutuyor, hayatta hissettiriyordu.


Özellikle maddiyatın önemini kaybettiği ve maddedeki gerilimden sıkılınca düşünsel gerilimlere girmek, yeri gelince birilerini bu akımın içine atmak beni heyecanlandırıyordu (size de öyle bir şey yapmaya çalışıyorum, söylediğim gibi amacım kafanızı karıştırmak).

Hatta şöyle bir tezim bile vardı; madem doğu felsefesi maddiyattan kendini çekerek, arzularını köreltmek istiyor. Batı felsefesi ise istek, arzu ve başarı arayışının içerisinde. Hadi bu ikisini harmanlayarak bir gerilim yaratalım dedim. İçsel huzuru ve gerilimi sağlamak için; imkansızı isteyip, onu arzulayıp içerideki canavarı canlandırıyorsun, bu isteğini üretkenlik olarak kullanıyorsun. Ancak istediğin imkansıza ulaşamayınca arzuların tatmin olmamış oluyor. Düzenli bir örselenme durumu. Egonu dolandırıyorsun bir nevi. Basit bir saçmalık ama gerilim yaratmaya yeterli. Ancak burada ufak bir giz var. Bu isteğin ve arzunun imkansız olması çok önemli. Eğer elde edilirse bu arzu, halat kopar, gerilim dağılır ve toplumsal hayat başlar(!). Gökyüzünü hayal et, dama çık.


Biraz sarkastik/aptalca yapısı var bu durumun. İmkansız arzunu dile getirdiğin an, işin mantıksızlığı ortaya çıkıyor ve bunun gerçek olamayacağı herkes tarafından bilindiği için sanki soru ya da mekan ile dalga geçiliyor gibi görünüyor. Kimseye kendimi anlatmadım bu konu ile ilgili. Kim kimi nasıl görmek istiyorsa öyle görsün. Fakat siz elde edebileceğiniz zıtlık ve zihinsel gerilimler sayesinde üretkenlik kazanabilirsiniz. Zaten amacımız da bu safsatalardan üretkenlik elde etmek değil mi ? Şu an bile belki birkaç kale yıkıldı ve biraz da olsa karanlık aydınlandı. En azından mazoşist arkadaşlar biraz daha makul karşılanır artık. Biraz ama çok değil.


Tarafsız olmak bu noktada önemli. İki kutup arasındaki gerilimde bir hakem olmak şart. Karar alınması gereken an da kritik. Bunlar tecrübe ile elde edilecek şeyler tabii ki. Ancak konu ya da çerçeve ne olursa olsun iki kutup arasında soru sorup, soruya soru ile cevap vererek gerilimle beraber soru kalitesini de arttırmanız mümkün. Cevaplar zaten kafanızda canlanacaktır, yeter ki bu münazarayı kontrollü ve adil yönetin. Cevabı ne zaman almak istediğini ve bu cevabın ne kadar işine yarayacağı senin gerginlik tecrübene bağlı. Siz soruya direkt cevap verip gerilimi kesmeyin, bırakın çift taraflı dokuma işlemi devam etsin.


Aşık olacak kadar cesur ama bunu arzulayacak kadar da aptalım. #amansperdidi.

Geriyorsun beni, hem maddi hem manevi.

445 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Sulu Beyin

Verwikkelen

bottom of page