top of page
Yazarın fotoğrafıShiv

Verwikkelen

İki köşesi olan devamnda dairesel büyüyen kubbe şeklindeki o salon için özel tasarlanmış hilal şeklindeki koltuğu hatırlıyordu adımları sıklıklaştıkça. Yoksa bu hayal mi adımlarını hızlandırıyordu, kendisi de emin değildi. Ama emin olduğu bir konu vardı.


O hilal, gece mavisi renkli, tay tüyü koltukta oturduğu sırada hissettiği huzuru terk etmek zorunda olması, keyfini hayli kaçırıyordu. Bembeyaz perdeleri az önce yedikleri kabak tatlısı turuncusuna boyayan lambaderler vardı salonun köşesinde. Gri hilal biçimindeki koltuğun önünde, o rengi her ne kadar kabul etmese de maruz kaldığı kadar yansıtan bir beyaz/kiraz karşımı, elips kesim büyükçe bir mermer masa ve üzerinde tadını her yudumladığında "iyi ki yapmışız" dediği sıcak şarabı vardı. Nasıl sevmeyebilirdi ki; yurt dışından ithal getirilen 3 şişe Fransız şarabı, özenle seçtikleri taze ve parlak meyvelerle kaynatarak yapmışlardı. Tarçın kokusu hala burnundaydı. Hilal koltuğun sivri taraflarında çiçekli ve çiçeksiz bitkilerin oluşturduğu ve kabak tatlısının etkisiyle sanki Mars'tan gelmişler gibi minik botanik bahçeleri vardı. Koltuğun tam karşısında ise tavandan tabana tek parça cam ve arkasında da Ankara manzarası vardı. Anıtkabir'in ışıklandırması, salonun ışıklandırmasına göre daha sarı, altın rengindeydi. Ankara'yı bilen birisi için bütün detayların tane tane isimlendirilebileceği nadir bir manzaraydı burası. İlk görenler için alt çeneyi sarkıtan bir görüş açısı olsa da, o ortamdakiler için bir duvar kağıdına dönmüştü artık. Hareketli bir duvar kağıdına.


Farkındaydı Kaya da, bu malzemelerin ortamı ısıtmak için kullanılan kütüklerden birkaçı olduğunun. Kaliteli kütüklerdi ama Kaya'yı mutlu eden şey, bu sıcak ortamın, alevin kendisiydi, yanan kütükler değildi. O, ortamdaki sohbeti ve insanların kendi kimliklerinden sıyrılıp özlerini bu ateşe harlamak için verdikleri statüsüz ortamı seviyordu. Arkadaş/aile ortamındaydı, kendilerini ve zihinlerindekileri kıyaslamadıkları, sadece paylaşmaktan haz aldıkları.


Belki de adımlarını hızlandıran bu düşündükleriydi. Belki de evine hızlı gidebilirse tekrar dönebilirdi. Yılbaşına 2 gece kalmıştı sadece ve Kaya babasıyla geçireceği yılbaşı gecesi için dostlarıyla planladığı geceyi aniden terk etmek zorunda kalmıştı. 2 haftadan daha uzun süredir de bu anı planlıyorlardı ve belki de tam doruk noktasında Tac Mahal!'den ayrıldı. Sokaktaydı. Kulağında o turuncu illüzyonu terk edişini ve karanlığa gömüldüğü anın yarattığı istekle Chopin çalıyordu. Talihine söverken, öfkesini de bastırması gerektiğini biliyordu. O kubbeyi andıran yeri terk etmesinin tek sorumlusu başkaları değil, aslında kendi sorumsuzluğuydu.


Yılbaşı için yanlarına gelen kardeşi, birkaç saat sonra güneye inmek üzere havaalanına gidecekti. Kardeşinin eşi ve yeğeni Ankara'ya gelmemişlerdi. Yolda yürürken kardeşinin evliliğini düşünüyordu. Kaya, babasıyla Ankara'da yaşarken, kardeşinin apayrı bir ailesi ve hayatı vardı Muğla'da. Garipsiyordu bu durumu. Seni sen yapan aileni, senin yapacaklarının ne olacağını merak ettiğin ve belki de oldukça anlamsız saygısız durumlara sürüklenecek bir aile yapısı için terk etmek garip geliyordu sadece. “İnsanoğlu üremeliydi” deyip konuyu kenara itti elinin tersiyle. Bu durumu düşünmek hem kendisinden hem de kardeşinden nefret etmesine neden oluyordu.


Kardeşine vermesi gereken bir şey vardı; yıllar önce annesinden kalan bir yılbaşı süsü. Sorun süsü teslim etmek değildi aslında, bunu babası da yapabilirdi sonuçta. Sorun ışıklandırma sisteminin kurulumuydu. Çünkü sıradan bir ışıklandırma değildi bu. Özel eklemeleri ve kontrol sistemi olan, yetenekli ellerin altında kısa film gösterisine dönen görsel bir şölen icadıydı. Belki de 20 yıl önce annesi tarafından yapılan bu ışıklandırma, 20 yıl sonra bile oldukça kaliteli, karmaşık ve bir o kadar da aileye özeldi. Belki de annesinin kullanım kılavuzu oluşturmamasının sebebi de buydu. Apayrı bir bileştirme mekanizması vardı ve yanlış ellerde lambaları patlatacak bir sistemdi. Bir referans noktası vardı ve bu noktanın üzerinde kuruluyordu bütün sistem. Annesi sistemi kullanmayı, bu referans noktasından başlayarak öğretmişti ona. Hatta sistemin anahtar kenarında, soyadlarına ithafen "V" harfi de vardı. Genelde evdeki yılbaşı ağacı için tasarlanmış olsa da, bilen birisi için düz duvardan direk ışıklandırılmasına kadar kullanılabilirdi. Bilgisayar üzerinden de kullanımı mümkün olan ışıklandırma sistemi, bu ışıklandırma sayesinde renkli portrelerden tutun da, bir manzara oluşturup arkasında pankart taşıyan bir uçak animasyonu bile oynatılabilirdi. Aslında bu özelliği Kaya eklemişti. Yüksek çalışma esnekliğine sahip olan ışıklandırma sisteminin bilgisayar üzerinden kontrol edilebileceğini keşfedip entegrasyonunu yaparken annesi Kaya'nın yanında değildi. Annesi belki de 9 senedir sadece zihnindeydi.


Kaya'nın annesi elektrik mühendisiydi ve babasıyla üniversite eğitimi zamanı Rotterdam'da tanışmışlardı. Okulu bitirdikten sonra annesinin de baskısıyla Ankara'da yaşamaya başlamışlar ve küçük oğlu henüz 14 yaşındayken terk etmek zorunda kalacağı 2 erkek çocuğu doğurmuştu. Kaya'nın babası, Kaya'ya zekasını annesinden aldığını söylerdi. Babası Türkçe konuşmayı hala yarın yamalak biliyor olmasına rağmen orta okula henüz geçen Kaya, annesi sayesinde babasıyla Flemenkçe ve İngilizce konuşabiliyordu. Liseye kadar Ankara'da okuyan Kaya, annesinin yüksek gerilime kendini kaptırıp felç kalmasıyla eğitimine ara vermek zorunda kaldı. Annesi buna ne kadar karşı çıksa da, yaşadığı duygusal bunalım derslerini etkiledi. Yapamadığı için değil, yapmak istemiyordu herhangi bir şey Kaya. Okumak umrunda değildi, annesi sadece gözleriyle ona gülebilirken.


Her ne kadar içinde büyük bir sevgi de beslese annesine, diğer tarafı yoğun bir nefretle doluydu. Yaşayamadıklarına belki de yaşamayacak oluşlarınaydı bu nefreti. 7 sene öncesine dayanıyordu bu nefret, annesi hayatını sonlandırmak için Hollanda'ya gidip dönmediğinden beri. Çünkü hem babasını hem kardeşini hem de kendisini kandırmıştı.


Yeni bir tedavi için gittiğini söylerken bile sadece gözlerini hareket ettirebilen annesi, o haliyle Hollanda'ya gitmeyi başarıp ötenazi planlarını gerçekleştirmişti. Sadece zekasını değil, gözlerini de annesinden almıştı Kaya. Eskiye nazaran daha puslu ve kararmış olsa da.


Yakışıyordu o gözleri gecenin karanlığına. Varmak üzereydi eve Kaya, kabak tatlısının o tatlı turuncusu, sokak lambalarıyla ekşimişti karanlığı aydınlatmaya çalıştığında. Hemen eve girip şu ışık işini bitirmek istiyordu. Küçük bir bahçesi vardı babasıyla yaşadığı evlerinin. Düzensiz olmasa da bakımsızdı her tarafı. Ölü yapraklar, çamurla kirlenmiş taş döşemeler, kapı üzerindeki sayı bile paslanmıştı. Hatta birkaç kez bu yüzden postacı yanlış banka ödemelerini bırakmıştı önlerine. Bu sefer gelen postalar içerideki sepete alınmıştı bile. Eve girdiği sırada kendisinin ve babasının damarlarına işlemiş o 7 yıllık karanlık havanın nasıl da kardeşi tarafından değiştiği belliydi. Hiç kullanılmayan ışıklar açılmış, bavul hazırlığıyla bazı dağınıklıklar dahi toplanmıştı. Bulaşık makinasının sesi geliyordu. Akşam yemeği yenilmiş ve kardeşinin bavul hazırlama işlemi neredeyse bitmişti. Eski italyan mermer masanın üzerindeki küllük boşaltılmış yanında belki de 10 senedir kimsenin cesaret edemediği ve sadece iki duble içilmiş iskoç viskisi de duruyordu. Kaya'nın o viski için sinirleneceğini sadece babası değil, kardeşinin kendisi de düşünüyordu o şişeyi açarken. Ancak insiyatifi eline almıştı kardeşi. Şişeyle beraber arapsaçına sönmüş ışıklandırma kablolarını da eline alarak düğümleri açmaya koyulmuştu abisini beklerken. Ama kardeşi nasıl bilebilirdi.


Kaya’yı sinirlendiren şey; viski değil, üzerinde "V" yazan ve odasından habersizce alınan o ışıklandırma sisteminin içinde bulunduğu kutuyu görmesi oldu.


Kardeşinin ellerindeki kabloyu çekerken öyle bir ses tonuyla yüklendi ki Kaya, düşüp kırılan viski şişesini kimse umursamamıştı. Fevri davranmıştı, kendisi de farkındaydı. Kardeşi sadece kabloları o arapsaçından çıkarmaya çalışıyordu. Kardeşi biliyordu abisi geldiğinde o karmaşasının onlara zaman kaybettireceğini ve sadece yardım etmek istemişti. Fakat tahmin edememişti;


O sistem Kaya için onun izni olmadan dokunulamazdı. Annesinden kalan özel bir nesneydi. ve evdekiler de şişenin sesiyle bu durumu tekrar hatırladı. Hissettiği öfkenin kardeşine yönelik olmadığını anlamasıyla kendini sakinleştirmeyi başarmıştı. Öfkesi dinince Kaya’yı, titreten öfkenin aslında bir yan his, ikinci bir his olduğunu herkes tarafından anlaşılmıştı.


Öfke, annesineydi. Öfke, terk edilmişliğe ve kalbindeki o hissin ne kadar yer kapladığınaydı. Kalbindeki her kas demeti bu yalnızlığın aromasıyla yıkanmıştı. Kalbine giren her rengi karadelik gibi yutup karartmaktı sanki tek amacı. Sokakta yürürkenki kırılmışlığı, belki de ortamı terk edişine değil de, bu süs ile tekrar karşılaşacağı an içindi. Belki de 7 senedir eline almaya cesaret edemediği eşyayı, kardeşinin elinde bu kadar sıradanmışçasına görmesiydi öfkesinin asıl sebebi. Belki de kardeşi almadan gider diye bu kadar ertelemişti bunca zaman. Hatta arkadaşlarıyla buluşmayı da sırf bugüne bilerek ayarlamıştı, belki kardeşi istemez diye. Ama ellerindeydi artık, annesiyle beraber yaptıkları o süs. Her yeni yılın gelişini kutlarken daha güzel bir ambians için kullandıkları süs, şimdi yılın en güzel zamanında onun kalbine girerek kararıyor, gözlerini yaşartıyordu.


Ellerinin titrediğini fark eden Kaya, kendisiymiş gibi insanlara gösterdiği camdan maskenin de çatladığının farkındaydı. Annesi, kendisi ve ellerinde kablolarla bir an vardı zihninde, maskesini tuzla buz eden çocukluğundan kalan bir an. Saatlerce o anda kaldı, sadece birkaç saniye geçmişse de o salon içinde. Lambaları tek tek takışları, arka plan için oluşturdukları çizimi, kablo anahtarların iç içe geçişi ve ışıklandırma ile ailedekileri tasvir edişleri geldi aklına. Dayanamadı bu hislere ve her zaman yaptığını yaptı. Kararttı bu hisleri ve anılarını, sildi gözünden düşen tek tane gözyaşını.


Kardeşini karşısına alıp hangi parçanın tek tek ne işe yaradığını anlattı. Her parçayı sıraladı ve ana hatlarıyla oluşturması gereken çerçeveyi tane tane oluşturdu. Annesinden öğrendiği en temel ışıklandırma paterni buydu. Yazılar yazıp, bilgisayar üzerinden girilen iki boyutlu çizimleri gösterebiliyordu. Hafızası olan bu sistem, en son girilen bilgileri dahi kaydedebiliyordu.


Kutu Hollanda'dan teyzesiyle beraber gelmişti en son, annesinin vefatından 1 sene sonra. Kendi yaptığı bilgisayar entregrasyon cihazını çıkarırken bir de USB çıkmıştı kutunun içinden. "Samples" yazan bu USB, Kaya'nın hatırladığı bir şey değildi. Kardeşine olayı daha iyi anlatmak için bunu kullanmaya karar veren Kaya, sistemi bilgisayara bağlayıp USB'nin içindeki örnekleri, doğru formata getirip kardeşiyle beraber duvara taktıkları ışıklandırma sistemi için bilgisayara okutmaya başladı.


Süsteki ışıklar sanki hastane sırasındaki ekranda yazan isimler gibi bu isimle beraber farklı renklerde isme ait yaş, cinsiyet, kan grubu yazıyordu. Ve en sonunda..


Organ isimleri yazıyordu.


Bu imkansızdı. Annesi bunu yapmış olamazdı. Kontrol sistemini kendisi tasarlamıştı. O USB oraya nasıl girebilirdi ki. Kendisi hariç kimse dokunmamıştı. Babasına döndü bir saniyeliğine ama o daha da şaşkındı.


Annesi, Kaya’nın ne kadar kızgın olduğunu biliyordu, orada olmasa bile. Ama bildiği tek şey, Kaya’nın kızgın olduğu değil, bilgisayar bağlantısını keşfedebileceğiydi de.


Sadece giderken, kendisini ailesinin elinden alıp dünyaya getirdiklerini Kaya aracılığıyla evdekilere göstermek istemişti. Belki üzerinden 9 sene geçmiş olsa bile bunu onlara göstermek istemişti, affettirmek için kendisini belki de.


Kaya'ya bunları anlatırsa onun kabul etmeyeceğinden emindi ama çoktan yapmıştı planlamasını. Ötenaziyi sadece evdekiler için yapıyormuş gibi hissettirse de annesi, fazlasını düşünmüştü bile. Kız kardeşine kendisini hastaneye götürmesini rica etmiş ve bir daha tek parça halinde çıkmamıştı. Doktorlarla anlaşıp gerçekleştirmişti kafasındakileri.


Babasında da gördüğü 9 yıllık kararma durulmuştu salonun ortasında dikilirken. Babasının sadece gençken hatırladığı o gülümsesi, şimdi kırışmış suratıyla duvarda yanıp sönen isimlerle tekrar ortaya çıkmıştı. Isınan salonun kendisi miydi yoksa annelerinin kalplerinden söküp çıkardığı o karanlıktan dolayımıydı bu sıcaklık kestiremiyordu. Yola çıkarken için içini yiyen geri dönebilir miyim düşüncesi kaybolmuş, kafasındakiler Kaya’yı asla hareket edemeyecek ve yutkunamayacak bir hale getirmişti, babasının gözlüklerinde parıldayan “Sizi çok seviyorum” yazısını okurken.


Çarpılmıştı annesi gibi sanki.


Kaya donakalmıştı, annesi gibi.



Kapak Görseli: Armond Welcker - Aztecs Sacrificing To The Sun


22 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page