8-9 yaşındayım, şu an ailemin oturduğu evde büyümeye çalışıyorum. Ama bilgisayarda değil de, sokakta öğrenmeye çalışıyorum hayatı. Şimdileri park halindeki araba sayısı o kadar artmış durumdaki çocukluğumda elektrik direklerini kale direği haline getirip oynadığımız futbolu oynamak mümkün değil maalesef. Ancak benim oynadığım zamanlarda o asfalt inanır mısınız hem yeşildi hem de asla düşündüğünüz kadar sert değildi bizim için. Top çıkarmak için uçmalar, voleler, röveşatalar... Hiçbiri canımızı yakmazdı. Hatta burnuma yediğim ilk kafayı da o sokakta yedim. Benden 3-4 yaş büyük bir çocuk, karanlık vakti ani bir baskınla girdi sokağa ve direkt bana doğru yürümeye başladı. Kestirmiş gözüne beni, anında geldi üzerime, birkaç bir şey söyledi ve kafa atıp kaçtı. O kadar komikti ki; yani birini dövmek için bir yere geliyorsun, bi' tane kafa atıp kaçmaya başlıyorsun. Garip gelmişti bana, biraz da cesaret vermişti sanki. Sonuçta korktu da kaçtı değil mi?
Beni mutlu etmek için bir iki tane çikolata almıştı, alt kattaki abla. Ama o anları bilirsiniz, hayat amacınıza dahi ulaşsanız keyif vermez asla size. 5 dakika önce belki size 9 yaş nirvanasını yaşatacak olan çikolata, o an samana dönmüştü benim için. Aklımda da şu soru dönüyordu.
Neden, neden, neden, neden, neden....
Birden o ablaya şunu sorduğumu hatırlıyorum; Salih taşındı mı?
Ne alaka...
Eğer 5 kez neden sorusunu sorarsam, kafa atma olayı, Salih'in bizim mahallede kalmasına bakıyordu. Ama 6 tane sorunca yediğim kafa, Salih'in babasının Diyarbakır'ın önde gelen iç mimarlardan olması nedeniyle memlekete gitmelerine bağlanıyordu. Ya oğlum dedi, kalk git işine benimle eğlenme dedi. Bir tane öptü ve beni evime gönderdi. Gönderdi göndermesine de, yediğim kutsal kafa, benim kafamda bir ışık yaktı. Ne yediğim kafa umrumdaydı ne de ellerimdeki çikolatalar. Kafamda canlanan şey, daha ilgi çekiciydi o an.
Fark ettiğim şey, her sonucun bir sonraki sonucun nedeni olduğuydu. Çok basitti aslında. Neden/sonuç ikililiğiydi. Belki de bizimkiler anlatmıştı bana ama ben pratikte ilk defa anlamıştım bu durumu. Uç uca bağlanıyorlardı. Bir hasır örgü gibi herkesinki iç içe geçiyor ve tekrar dolanıyor, bir yüzey oluşturuyor gibiydi. Kutsal kafa, gerçekten kafamda bir ışık yaktı.
Tabii üzerinden yıllar geçti. 9 yaşında düşündüğüm hasır ile şu anki hasır, görsel olarak benzer olsa da bana ifade ettiği şeyler değişti. Hepimizin birbirine bağlı olduğunu gösteren bu girişimli yapı, toplum için gelişmenin anahtarını ifade ediyormuş. Bütün medeniyetin temelinde bu neden/sonuç birikimi varmış. Hatta medeniyetten önce bile bu durum ortadaymış, bunu büyüdükçe öğrendim. Eğlence anlayışım, meğer oldukça ciddiymiş..
İnsan kendi öğretisini yaşamak ister ya, ha işte biz onu bırakmışız, bu neden/sonuç elde etme arzusuyla. Önce kendi neden ve sonuçlarımız bize yetmemiş, başkalarından bir şeyler öğrenmeye çalışmışız. Devam etmiş ve benzer neden/sonuçlara sahip insanlardan bir toplum oluşturmuşuz. Bu neden/sonuçlar bize sınırlar çizdirmiş ve birbirimizi sömürmemizi de söylemiş. O da yetmemiş daha çok sömürmek için bir neden/sonuç yığını oluşturmuş ve adına bilim ya da baktığımız, yorumladığımız şekline göre toplum demişiz. Daha çok neden/sonuç için doğanın hasırından koparak kendi realitemizi oluşturmuşuz.
Devam ettik tabii ki gelişmeye. Kim olduğumuzu düşünemeden, neden ben varım diye 1 dakika sormadan neden/sonuçlarla boğulmaya başladık. Biz, elimizdeki neden/sonuçları yeterli görmek, kendimizi yaşamak yerine ortaya koyduğumuz neden/sonuçları bile kıyaslamaya başladık. Öğretilerimizle başka öğretileri satın aldık. O kadar çok neden/sonuç ortaya çıkmaya başladı ki, bunlardan bir şeyler öğrenmek yerine, kullan-at'a bağladık. Boğulmaya başladık. İşin daha kötü tarafı ise bu neden/sonuçların sadece tipi değişti. Doyumsuzluğumuz baki, icatlarımız fuzuli kaldı. Aslında bizler için fazlasıyla neden/sonuç vardı anlayabilmek için evreni, dünyayı, kendimizi. Ama yeterli görmedik. Yeşilini, lacivertini de görmek istedik...
"O yüzden Dünya kirlenmiş, Dünya eskisi gibi değil. Ki zaten eskide de böyleydi ama benim eski dediğim ben çok eskiden bahsediyorum. İnsanların sadece mağarasından çıkıp tek işinin avcılık olduğu dönemlerden bahsediyorum. O zamanlar hayat güzeldi. Ne oldu? Yavşağın biri çık dedi ki; yerleşik hayata geçelim. Aynı yavşak birkaç zaman sonra mülkiyet koydu. Mülkiyetten sonra sınır koydu. Sınırdan sonra yasaklar geldi. Yasaklardan sonra ihlaller başladı. İhlallerden sonra cezalar konuldu. Cezalardan sonra savaşlar çıktı, çatışmalar çıktı. Ne oldu Talanlar oluşmaya başladı. Yani bu şekilde dünya bu güne geldi. Sadece neydi, tek kişi tek bi kelimeyle adam dünyayı değiştirdi. Medenileşelim dedi ve medenileştik. Medenileştikçe insanlıktan uzaklaştık.
Hayatı dolu dolu yaşamak güzeldir. Kimseyi kırmadan, kimseyi üzmeden. Hepimizin insan olduğunu hatırlayarak yaşamak daha güzeldir, boş ver."
Sefa abi'ye selam olsun.
Kapak Görseli: GettyImages
Comments