Kajun yerken aklıma gelenler; İçimizdeki Şelale
- Shiv
- 20 Ara 2021
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 30 Ara 2021
Bazı yazılarda söylediğim şeyleri tekrarladığımı düşünmeye başlıyorum. Farkındayım, amacım biraz daha detaylandırmak.
Zaman içerisinde insanların, etrafındakileri dinlemediklerini görmeye başlıyorum. Bende de var bu durum. Ama onları dinlememe sebebim, onlara saygısızlık yapma isteğim değil. Amacım, akışa bırakmak kendimi. Anlık, ortamın atmosferine girip, oradan tekrar çıkabilmek isteyişim... Bencilim, ne diyeyim.
Böyle durumlarda Bulantı'daki "Serüven yaşama" üzerine yapılan çıkarımlar geliyor aklıma. Yazılana göre, anı yaşamak için akışı bölmemek gerekiyor.
Bunu yaptığım için herkesten özür diliyorum. Ama masada konuşulan konuya bir örnek olmaması halinde anı, hatıra ya da serüven anlatılması, anın akışını tıkadığı gibi benim için de dinlenmeye değer değil. Artık bunalmış durumdayım. İnsanların tekrar eden basit, nereden bakıldığında önemli olduğunu anlamadığım hikayeleri karşısında... Bazen sadece gülümseyip kalıyorum, tek kelime dahi edemiyorum. Bilmiyorum ya ne söyleyeceğimi.
Yeter ağladığım, konuya dönelim. Aradığımız bir akış var, hepimizin var. Bunu, biraz 'hype'lamaya benzetiyorum. Duyunca heyecanlandığımız, kendimizi akıntısında kaybetmek istediğimiz, her duyduğumuz yeni şeyi ona yonttuğumuz bir akış, bir fikir veya düşünce var. Bu noktada genel kitleye katılıyorum. Ve içimizdeki bu akışı bulmamız gerektiğine inanıyorum. Bulunca da serbest bırakmalıyız, bir nehir gibi. Aslında tam olarak detaylandırabilecek bilgiye sahip değilim. Ancak şunu biliyorum ki; akışı yakalayabilmek, verimli olmasını sağlayabilmek adına, çalışılan disiplin çerçevesinde yeterli seviyede olmamız gerektiğidir.
Delilik ve dahilik arasındaki ince çizgiden daha ince bir noktadayız. Tam olarak bahsetmek istediğim yerdeyiz şu an.
Bireyin, akışı (hyple'nmış flow'u, özür dilerim çok İngilizce oldu ama Türkçesi nedir bilmiyorum. Belki Osmanlıca 'cezb olmak' buna yakın bir tabir sanki.) bir kez hissettiği zaman, herhalde salgılattığı dopaminden dolayı, tekrar her konuda bu hissi yaşama isteği oluyor. O hız ve kusursuz akış, insanı kendinden geçiriyor. Hayat enerjisini arttırıyor. Kişinin her şeyi çözümlemeye yetecek gücü varmışçasına hissettiriyor. Ve tabii ki de başarıyı da peşinde getiriyor. (Biraz "Beyza"ya benziyor. Ben kendisiyle hiç tanışmadım ama hakkında duyduklarımla bu konu, aşırı paralel ilerliyor.)
-Top of the World babyyy!!!
Aynen, en tepedesin eminim... En tepede öyle bir kayıp yaşıyoruz ki her geçen gün şaşkınlığım büyüyor. Çünkü ego denen karanlık dost, bu hissiyata aşırı benziyor. Onu tatmin ederken aslında akış durumdaymışız gibi hissediyoruz. Maalesef değiliz.
Kişisel gelişimini sağlamadan bu tuzağa düşen çok insan gördüm. Bir konuda başarılı olması sebebiyle hayatın gerçeklerinin sadece kendi bilgisi dâhilinde olacağına inanması, midemi bulandırıyor. Ve yine başlıyor işte ahkâm kesmeye... Ne yazık ki birey, eğer disiplini olmayan bir konuda üst perdeden konuşuyor ya da alakasız alfa tavırlarla ortamın akışını kesen girişler yapıyorsa egoyla kirlenmeyi de unutmuyor. Aslında kendi ortalamasının da altına düşüyor bu durumda. Ama umurunda değil. Sadece akmasını istiyor. İçerideki suyu fokurdatmak için körüklemesi gerektiğini o da biliyor. Aciz zihninin ve vücudunun, buna ihtiyacı var ve bunu nereden karşıladığı, o an asla ama ASLA umurunda değil.
Maalesef insan, tüketmek için bu sefer endüstriyel bir ürün değil de etrafındaki insanlara tutunuyor. Bu sahte akışın ne kadar keyifli olduğunu fark ettikten sonra önüne gelene ego saçıyor. Bu tarz insanların (eğer yapıyorlarsa) genellikle yaptığı kişisel gelişim aktivitelerinin amacı, aslında kişisel gelişim bile olmayabilir. Amaçları, egosuyla ezebilecek insan sayısını arttırmak...
Bu yozlaşmanın en önemli sebeplerinden biri yine: hız.
Çünkü hız, insana fiziksel akışı yaşattırıyor. Sadece fiziksel kalmıyor tabii bu durum. Fiziksel hızlanma demek ruha da yansıyacaktır demek.
Herkes, uygun olmasa dahi hızlanıp bu akışa girmek istiyor ama kimse sürtünmeden neler kaybedeceğinin farkında değil. Daha karakteri oturmamış insanların akışa girme arzusu oldukça şaşırtıcı.
Bu karakterde insanlar için; Olay, hemen anında ve oracıkta çözümlenmeli, sorular cevaplanmalı, sorunlar giderilmeli, her an planlanmalı, her an parçalara bölünüp, mükemmel şekil aranmalı, yavaş olan ise arka planı düşünülmeden iki saniyede yargılanmalı... Sahte akış sonunda da yozlaştıklarının farkında olmuyorlar. Ama sorarsanız bu toplum için onlar cesur.
-Tüketme arzuları büyüleyici olduğu için.
Bazı dönüşlerin yavaş yapılması gerekli. O an sadece dönüş değil, yanında başka farkındalıklar da öğrenilmeli. Akış için kendi konumuzu seçmeli ve buna yönelik mütevazı çalışmalıyız sanki. Başkasıyla yarışmak yerine, kendi yolumuza devam etmeliyiz. Bu durumu aşabilmemiz için işi yavaşlatan bazı şeylerin, olması gerekmese de olması gerekli diye düşünüyorum.
Konu biraz karıştı farkındayım ama şöyle özetlemek istiyorum; Bu akış bizim aradığımız, amaçladığımız aktivitelerden biri. Buna katılıyorum. Ama bu akış, o kadar kolay elde edilebilecek bir şey kesinlikle değil. Bunun akademik olarak bir öğretisi yok. Belki disiplinli ve dirayetli çalışma ile ilgi duyulan konuda elde etmek mümkün. Ancak asıl bu durumu bulmak için biraz maneviyat sahibi biraz da Zen okumak işe yarayabilir belki. Ancak anlamak için değil, kaybolmak için okumak lazım. Bir suyu içmek için değil, o sudaki damla olmak adına okumak gerekli diye düşünüyorum. Tabii ki saçmalamaya, safsatalarımı yazmaya devam ediyorum.
Şarkı yok, bu sefer bi' zen hikayesi var;
Büyük bir Japon bilgesi, çölde kumlar üzerinde oturmuş meditasyon halindedir…
Adamın biri, ona yaklaşır ve şöyle der:
– Beni öğrencin olarak kabul et.
Bilge, parmağıyla kumlar üzerinde düz bir çizgi çeker ve şöyle der:
– Kısalt!
Adam, avuçlarıyla çizginin yarısını siler.
Bilge der ki:
– Git, bir sene sonra tekrar gel.
Bir yıl geçer. Bilge, yine bir çizgi çizer ve der ki:
– Kısalt!
Adam, bu kez çizginin yarısını avucu ve dirseğiyle kapatır.
Bilge, gene kabul etmez ve der ki:
– Git, gelecek sene gene gel.
Gelecek yıl olur. Bilge, tekrar kumların üzerine bir çizgi çeker ve adamdan onu kısaltmasını ister.
Bu kez, adam der ki:
– Bilmiyorum.
Ve bilgeden cevabı kendisine söylemesini rica eder.
Bilge, çizginin yanına daha uzun bir çizgi çeker ve der ki:
– Şimdi kısaldı.
Bu hikaye, Japon kültüründe ilerlemenin yolunu gösteren sırlardan biridir.
Düşmanlığa ve diğer insanlarla boğuşmana hiç gerek yok, çünkü olgunlaşıp ilerlemenle onlar kendiliğinden yenilgiye uğrarlar.
Not: Beyza'ya tıklayabiliyorsunuz.
Kapak Fotoğrafı: The Sewer- Jan Wiejacki
Comentários