Dün gece Ankara'da kar yağdı. Çok anormal bir durum değil. Her sene birkaç kez olabiliyor böyle şeyler bu şehirde. Ama bu sefer, bende çok farklı bir hava uyandırdı. Beynimde bir ağrı başladı ve bunları unutmamak için buraya yazdım. Bunlar her zaman olduğu gibi yine safsatalar.
Kıvılcımların sebebi aslında çalıştığım yerde maruz kaldığım manzara. Ankara'nın en işlek yollarından birisi burası. En kuzeyinden en güneyine kadar uzanıyor bu yol dersek haksız sayılmayız. Tam olarak vadi yapısını görebiliyorsunuz, yola baktığınız zaman. Eskiden akan su yerine çift taraflı bir trafik akıyor. Ters doğrultulu yükselen 2 sırta sahip. İlginçtir ki bu sırtlar bugünden sonra bana asla eskisi gibi görünmeyecekler. Belki de yemeğe lezzet veren tuz gibi karın etkisi bu. Tepelerin birisi tamamen ormanlık. Karla beraber oluşan görüntü harikulade. Diğer taraf ise benim yaşadığım semtin uzantısı. Her zamanki çirkin bina yapısı. Karın etkisiyle biraz makyajlı ama ne yalan söyleyeyim, güzel görünüyor.
Bu 2 sırt ve vadi, bana düalizmi hatırlatıyor. Canlılığın kutsallığını, hissettiriyor. Sanki bir tiyatro oynuyor ortada ve ben bunu izleyen tek seyirci.
Düalizm, isminden de anlaşılacağı üzere ikililik demek. Tarihte bir çok sanat eserinden, felsefi düşünceye ilham veren bu düşünce, maddi ve manevi olsun her şeyin bir karşıtı olduğunu, karşıtı olmayan yapının ise karasız olup, var olamayacağını söyler. 'Her belirlenim, bir olumsuzlamadır.' diyen Spinoza'dan tutun da Newton'a kadar birçok filozofu etkileyen bu görüş, aklın girebildiği her noktaya etkisini bırakmıştır. Çok tanınmasa da bu görüşün ana sahibi Anaksagoras'tır ve modern halini Descartes ile almıştır.
Minor ya da major evrende geçerliliği olan düalizm, bu manzarada da benim için ortaya çıkmayı başarıyor. Bir tarafta doğanın kendi estetiği; bana maneviyatı, ruhu imgeliyor. Diğer taraftaki insan estetiği olan binalar ise maddiyatı yani bedeni imgeliyor. Genellikle tarihte estetik ve ruhsal kısım dişil, güç ve bedensel taraf da eril simgelenmiştir. Bu iki hususun birleşmesi de canlılığı getirir. Aradaki yol ise ikisinin dengedeki birleşimini, o kutsal canlılığı anlatıyor aslında bir nevi.
Tam bu noktada benim size sormak istediğim başka bir soru var. Biraz mantık dışı ama.
Dünya'nın bu günkü halini alması oldukça uzun zaman sürdü. Ama canlılığın sebebi sadece zaman değildi. Meteorlar yardımıyla Dünya'da biriken su olmasa, şu an Mars'tan farksızdı belki de. Kurak bir toprak parçası olan Dünya, su ile döllenip doğurgan bir yapıyı aldı. Evrimin sayesin de ise ürün portfolyosunu genişletti. Her zaman suyun dişil, toprağın ise eril olduğunu düşünürdüm ama bu manzara, bu durumu kafamda biraz değiştirdi.
Sorum şu; sizce su mu, toprak mı eril? Yoksa artık o kadar zaman geçti ki; her şey birbirine girdi ve böyle bir sınıflama yapmamız mümkün bile değil mi? Düal'im olun ve lütfen cevap verin bana. Sıkıcı monolog kalması, hadi ama.
-Manzaram
Kapak Fotoğrafı: Harry Budiman
Comments