Araba modellerini, yılını, gücünü al/sat'çılar gibi bilmiyorum. Sadece o özelliklerin özünü ve ne işe yaradığını biliyorum ve maruz kaldığım kadarıyla bazı klişe araç modellerini. Ancak zamanında oldukça sevdiğim bir araba vardı.
1969, Ford Mustang.
Hatta sonra öğrendim ki '60 saniye' filminde zaten bahsedilmiş kendisinden, nam-ı değer, Eleanor.
O zamanlar hayalini ciddi ciddi kurardım bu arabanın. Piyasa bedelini inceleyip, dolar/tl kuru üzerinden alacağım ortalama maaş ile kredi çeksem kaç seneye böyle bir arabam olur diye düşünüyordum. Küçük ve minik(!) kapital hevesler. Hepsi geçti demek zor, çünkü o arabayı biraz sürmeden ölürsem gözüm açık giderim.
Arabanın motor gücünden falan bahsetmeyeceğim, içinde bisiklet bile olsa o görüntüsü yeterli benim için. Bilinçaltıma yerleşmiş artık, 'The Araba' diye, ne yapalım. Ama işin özüne inersek o da bir makine ve insan eliyle yapılmış bir eşyadan başka bir şey değil. Doğanın olay örgüsünü kopyalayıp yapıştırdığımız başka bir sanat eseri(!). Doğanın olay örgüsü derken; motoru onun kalbi, sürücü kartları onun beyni, tekerlekleri mobilite üniteleri, direksiyon ve devamındaki hidrolik sistemi, kas ve iskelet sistemi... Ama en çok benzer kısmımız ki bu konuda başka bir kopyalama yapılamadığından herhalde, elektrik aksamı yani bizim sinir sistemimiz. Elektrik kabloları ise gerekli bilgiyi taşıyan sinir ağlarımız;
Sileceği çalıştır, motoru ateşle, müziğin sesini aç, arabayı ısıt... Bu komutları manuel/mekanik olarak yapabildiğiniz eski arabalar olsa da güncel, modern ve elektronik tabanlı (neredeyse her şeyde) sistemlerde bu komutları taşıma görevi elektrik kablolarında.
İşin güzel kısmı bu kabloların ve taşıdıkları elektriğin herhangi bir psikolojiye sahip olmaması. Düşünsenize bir gün siz camı sil komutunu verdiğinizde, arabanın 180 km hızla giderken kendini kapatmaya çalıştığını, dehşet verici. Bütün sistemin kusursuz ve verilen emirleri sorgusuzca uygulaması bu işin en önemli noktası. Askeriye gibi.
Ancak sivil toplum böyle değil. Toplum üyelerinin kendi duygu ve düşünceleri her zaman ön planda. Cam silmesini istediğiniz bir gün sileceğin canı başka bir şey yapmak isterse (Putin mesela) ortalığı fazlasıyla karıştırabiliyor. (Putin’e de silecek denemezsin be, neyse.)
İnsan (k)ömürü yanmaya devam ediyor, bu arabayı çalıştırmak için. Yansın yanmasına da bizden onun kurallarıyla etrafımızda oluşturduğu dairenin dışına çıkmadan kendisi için 80 yıllık hayat çizgimizi bir kablo, hayat aktivitelerimizi ve amacımızı da bir elektrik akımı olarak kullanmamızı istemesi ne kadar adil? (Kablo güzel bir metafor. Çünkü sistemin kendi daimiliği için bizlere verdiği emirleri, akım yönümüz, kullandığı yasaları elektriği taşımakla yükümlü olan iletkini kaplayan yalıtkan plastik kısım, iletkeni de toplum olarak düşünebiliriz.)
Bütün modern toplumu, sistemi bir araba gibi düşünün. Sizlerin de bu arabanın bir parçası olduğunuzu. (k)ömrünüzün sonuna kadar sizden şunu yapmanızı istiyor.
Cam sil, cam sil, cam sil...
Aslında yalıtkan plastik kısmın (yasaların) aşırı sinsi bir tarafı var. Adaleti ve hukuku sağlayarak çalışan insanı hakkıyla ödüllendirmesi en büyük avantajı, evet(!). Ancak sizin hayatı kavrama ve tanıma alanınızı daraltıyor. Tektipleştirerek kendine ait yöntemlerle hayatı onun perspektifiyle öğrenmeye zorluyor sizi. Tabii ki bu zorunluluğun sahip olduğu başka bir art-niyet var; hız.
Size ait tek bir yolculuk varmış gibi bir sahne çiziyor ve siz yolculuğu ne kadar hızlı gidersem o kadar harika bir bireyim gibi hissetmeye başlıyorsunuz.
Yaşlanınca arayışına çıktığımız huzur ve dinginliği hissetmemizi istemiyor, bu hisleri ezerek bizleri agresifleştiriyor. Ve başlıyor işte elektronlarınız titremeye, kablonun bir sağına bir soluna çarparak, sorgulamayı bırakıp, arabanın sizden istediğini yapmaya başlıyorsunuz. O sırada sizi takdir etmeyi de unutmuyor. Harika siliyorsun be camı adamım. Daha hızlı, daha çok, durmadan devam…
Ding dong, saat 9:00. Cam sil, cam sil, cam sil...
Bu hızlanmanın da bir can yakıcı noktası var ki rönesans ve reformdan sonra geçen her gün eksponansiyel olarak artıyor. Einstein'in da ispatladığı gibi, enerji ile madde iç içedir ve birbirine dönüşebilirler (The Formula). Ancak sadece bildiğimiz enerji ve kütle ikililiğinden bahsetmek istemiyorum burada.
Bizler maalesef modernite sayesinde hızlandıkça, öz bilincimizi (enerji) kaybediyoruz. Kendimizi tanımadan, kendimiz için bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. İçimizdeki enerji, duygu durumumuz, maneviyatımız gittikçe daha çok etleştiriyor. Daha çok madde oluyor ve hissizleşmeye başlıyoruz. Devamında araba tarafından huzursuzluğa daimi çözüm önerisi olarak sunulan ve yavaş yavaş bağımlısı olduğumuz, maddiyatı ve konforu arzulamaya başlıyoruz. Yeri geliyor bizleri ‘sen de sorun yok, sen böyle cam silmeye devam et, şu duyguları yaşaman gayet normal, incinmişsin (!)’ gibi söylemlerle bu yanlış durumu normalize ederek (kapital sarmala davetiye) kendine çekiyor.
Ben 29 sene sonunda kendimi kavrayamamışken, hatta daha çok kaybolurken, sen beni 2 saatte nasıl anlayabiliyorsun?
Bir meslek, bir ev, bir araba, daha çok huzur, daha çok rahatlık, daha çok konfor... Tamam besili danacığım sonunda her şeye sahipsin ama sen kimsin?
Kabloyu yırtmamız lazım. Bizi daha fazla robotlaştırmayıp, tektipleştirmeden o kablodan kurtulmamız lazım. Gerekirse arabanın fişini çekeceğiz ve bir parıltı ya da kıvılcım olarak yok olup gideceğiz. Ama o kabloyu yırtıp, hayvanların en çok değer verdikleri şeye ulaşmamız lazım, gerçek özgürlüğümüze.
Kapak Resmi: Wagon Whell- Bob Hallmark
Commentaires